AŞK’A DAİR / NALAN GÜVEN
http://edu-artdergisi.com/
RÜYALAR ÂLEMİNDE AŞK
Sadece
bir düşten mi ibaretti gördüklerim?
Turkuaz yeşili denizi yararak içinden
geçtik birlikte. Dönüşü olmadığını umursamayacak kadar emindik bu yolculuktan.
Belki de bu yüzden korkutmuyordu bizi nereye gittiğimizi bilmemek… Rüzgâr
değiyordu martıların kanatlarından yüzümüze… Gökyüzü avucumuzu
değdirebileceğimiz kadar yakın, güneş yakmayacak kadar ılıktı… Sen bir şiir
okuyordun adı, “Aşk” olan… Ben ağlıyordum mutluluktan… Yeryüzü ayaklarımızdan
kayıp giderken sadece -biz- vardık bu âlemde…
Sonra ne mi oldu? Gözlerin kaldı geriye
ve o bildik kendinden emin bakışların… Bir de rüyada bile sorgusuz ardından
gelen ben…
Düşlerin içinden hakikatlerin geçtiğini
söylerdi anneannem. Her gecenin sabahı uzun uzun anlatırdım ona, uykuda gezip
gördüklerimi. ‘Sus!’ derdi sonra, ‘Sakın anlatma! Yoksa bir daha tekrar
göremezsin aynı rüyayı.’
Ve büyüdüm ya da büyüdüğümü zannettim,
kalabalıklar içinde bir başıma… Kimsenin bilmediği hayallerden, düşlerden bir
dünya kurdum kendime. Belki biraz melankoli, biraz şizofren, biraz paranoyak… Ne
yalnızlığımı söyledim, ne düşlerimi… Bir sen bildin… Söyleyemediğim
birçoklarının içinden sadece bir kaçını öğrendin, gerisini ben bile unuttum…
Bir kelimeni sakladım içimde… Veda ettiğim
bir günün sonunda, ta gözlerimin içine bakarak söylediğin tek bir sözü…
Düşlerimin, hayallerimin kalbine alıp sakladım… Sustum… Bekledim… Dualar ettim…
Gün geldi ettiğim dualardan utandım…
Sayısız kereler umudumu tükettim…
Gün geldi gelin tacı gibi bir bir açtı
Lillium çiçeklerin, yeşerdi ağacın…
Gözlerinin ardındaki ışığı gördüm… Birer
siyah elmas parıltısıyla aydınlattı yolumu.
Bütün aşk kitaplarını okudum… Tahir ile
Zühre, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun…
Ben Züleyha mıydım bilmiyorum ama sen
Yusuf oldun…
Işığım oldun, yolum oldun, sabrım oldun…
Artık içime çektiğim her koku senin
çiçeklerin… Karanlığın son bulduğu her ışık senin gözlerin… Sırları bir bir
dökülen aynamda gördüğüm yüz senin… Bundan böyle söze gerek yok anlatmak için
sendeki beni… Düşlerim gerçeğin ta kendisi…
Dokunmadığı halde avuçlarımın içine
sinmişse kokusu teninin, gitmen ayrılık değil kavuşmak bundan böyle bana… Tıpkı
mahşere bıraktığım gibi gelmeni, geceleri de beklerim aynı hasretle… Çünkü
bilirim düşlerim varılacak son değil, seninle birlikte gerçeğe gidilen yoldur…
Düşlerim başka bir âlemde seni bana kavuşturandır… Düşlerim yaşayamadığım aşktır…
Kaçımız
uyandığında gördüğünün bir rüya olduğu gerçeği ile sarsılmış ve o âleme tekrar
geri dönebilmek için gözlerini sımsıkı kapatmıştır? Belki de aşk düşlerde
yaşanınca daha bir gerçek, daha bir yalansız olmuştur. Bilinçaltımızda
kendimize dahi anlatamayacağımız hayallerimizi bize sunmuş, aşkın peşinden
koşmuştur. Uyanılır mı hiç dersiniz böylesi bir düşten?
İnsanoğlunun
eski çağlardan beri esrarını çözemediği rüyayı kitaplar kısaca, “Şuuraltı
faaliyetlerinin uyku sırasında zihinde yarattığı hayallerdir,” tanımı ile yapsa
da, “Rüyalar aynalara benzerler, bazen içlerinde başlarımıza gelecek şeyleri
görürüz,” demiş Moliere. Zihnin en
savunmasız olduğu anlarda bilinçaltını kaplayarak gizli bir dünyanın film
şeridi gibi gözümüzün önünden geçerek gizemlerin, sırların açığa çıktığı bu
âlem her zaman merak konusu olmuş ancak görülen hayallerin gerçekle
bağlantısının ve geleceğin habercisi olup olmadığının kesin açıklaması ne bilim
adamları ne de din adamları tarafından yapılabilmiştir.
Oysa
ki bizler her gördüğümüz düşün ardından rüya kitaplarına sarılıp gerçek dünyaya
dönüştürebileceğimiz bir işaret aramaz mıyız? Ya da ruhumuzun derinliklerinde
kendimizce anlamlar yüklemez miyiz bu zahiri hayallere?
Belki
de aşk gerçek dünyada yaşanamayacak kadar bir hayaldir. Ve ancak rüyalarda yaşanır.
İşte bu yüzden şarkılarda bile aynı şey söylenir, “Rüyalar Gerçek Olsa!”…
Rüyalardaki
aşklar romanlarda, şiirlerde söze dökülür… Bir ömür gibi yaşanan, hâlbuki
birkaç dakikaya sığdırılan bir sevda masalıdır düşümüz…
Ve
her şeye rağmen aşk rüyada bile AŞK’ tır…
AŞK
ile yol almanız dileğiyle.
DÜŞ
düşümde yığılıyor sessiz
öyle çok ki susmak yılgınlık
gel dedikçe gece gel
havadan ve sudan ve insandan ari düşünce
bir balık nasıl yaşar gökyüzüne
gök yüzün mavi değil anne yeşilin güzel
sesi duyamıyorum acın tam göbeğindeki
beyazın kırmızı lekesi
doğur beni demişlerdi bu lafı başkası
sen yine de öldürdüğün gibi doğur beni
kursağından
öyle ki yaşamak telaşından kurtulsun
acziyetim
var olduğuna sevili
kus beni, bırak dağılayım taş sokakları
bırak çırpınayım kanatlarımı sargılasın
küçük bir çocuk
ellerini koymuş yanağına üzgün
al ışıklı saçların kar ışıklı saçların
yorgun, çocuğum
keçê rabe li ser dilê mın birîndarım
keçê rû nede ben bir rüyayım*
taşlarına dokundum ve ahşap ve demir
ve tarih ve kapısı hayatın
ulu bir çınarın gölgesine saklandım
yağmurlar yürürken şehre
mihrimahın koynundayım.
NİHAT
POLAT / Kırlangıç Düşleri
*Kız kalk yüreğimin üzerinden yaralıyım
kız yüz verme ben bir rüyayım